2015-03-30 15:00:00
Başkale’de trafik polisleri terör estiriyor…
Trafik polisleri, trafik denetlemesi adı altında, her gün onlarca sürücüye kan kusturuyor. Yaptıklarının çoğunun trafik denetlemesiyle hiçbir ilgisi yok. Ama hiç kimse sesini çıkarmıyor. Çünkü sesini çıkaran, bir sonraki sefer daha kötü muamele görüyor.
Peki Başkale’de neler oluyor?
Size adım adım anlatayım.
Başkale’nin girişinde “Bölge Trafik” diye bir yer var. İki günde bir bu bölge trafiğin karşısındaki caddeye karakol kuruyorlar. Gelen tüm araçlar durduruluyor.
Buraya kadar normal. Ama anormal durumlar bundan sonra başlıyor.
Araçları trafik polisleriyle birlikte, terörle mücadele polisleri de durduruyor. Eğer sizi durduran polislerin iyi tarafına denk gelirseniz, şanslı sayılırsınız. Kimlik ve ehliyet-ruhsat kontrolünden sonra “devam et” derler. Ama eğer onların kötü tarafına denk gelirseniz, o zaman çekeceğiniz var. Kötü taraflarına denk gelmek nedir? Tipinizi beğenmeyebilirler, aracınız hoşlarına gitmeyebilir, doğum yeriniz birinin zoruna gidebilir, duruşunuzu beğenmeyebilirler…
27 Mart günü ben de oradan geçtim ve ben de onların kötü taraflarına denk geldim.
Neler olduğunu adım adım size anlatayım. Ama şunu bilmelisiniz ki, “İç Güvenlik Paketi” henüz kısmen kabul edilmişken bu kadar keyfi muamele varsa, tamamen kabul edilirse, bu ülke yönetimi tamamen “polis devleti” olup çıkacak.
Allah bizi o günlerden korusun!
Neden mi? Okuyun anlatacaklarımı da neden olduğunu görün.
Kontrol yerine yaklaştığımda genç, üniformalı bir polis tarafından durduruldum. Arabama 6 polis yaklaştı. 2’si sivil giyimliydi, 4’ü üniformalıydı. Önce sivil giyimlilerden biri kimlik sordu. Kimliğimi geri verir vermez, üniformalılardan biri ehliyet ve ruhsat istedi. Ruhsat ve ehliyeti çıkarmaya çalışırken, ikisi arabayı aradı. Biri, araba camlarındaki filmleri söktü, biri bizleri cep telefonuyla kameraya aldı. Donakaldım. Neye uğradığımı şaşırdım. Sinirimden kahkaha attım. Şaka yapıyorlar sandım. Ama hiç de şaka yapıyor gibi bir halleri yoktu. Her biri gayet ciddi bir şekilde arabama saldırıyordu.
Başımı camdan çıkarıp, “siz trafik denetlemesi mi yapıyorsunuz yoksa arama mı?” diye sordum. Aralarından biri “hesap mı soruyorsun” diye çıkıştı.
Arabadan inip, filmleri sökenin yanına gittim, “ne yapıyorsunuz” diye sordum. Elleriyle filmleri sökmeye çalışırken bana döndü ve “bu ülkede sadece polisler arabalarına film takarlar” dedi.
Arka koltukları kaldırıp arama yapanlara döndüm ve “siz ne yapıyorsunuz” diye sordum. Biri bana dönüp, “gözüne koltukları sokuyoruz, kör müsün” diye cevap verdi.
Arabanın etrafında dolanıp, arkadaşlarının bu büyük çabalarını cep telefonuyla kameraya çekene döndüm, “peki siz ne yapıyorsunuz” diye sordum. “Ben de delil topluyorum.” diye cevap verdi.
İyi de ne delili?
Ben herhangi bir suç işlememiştim ki.
Eğleniyorlardı. Her biri işini (!) yaparken, inanılmaz haz alıyordu. Birbirleriyle şakalaşıyorlar, laf atıyorlar, kahkaha atıyorlar…
Döndüm, baktım ki arkamızda 3 araç daha durdurulmuş ve aynı şeyler yapılıyor.
Ellerimdeki evraklarla donup kaldım, neye uğradığımı anlayamadım.
Başlarında duranın yanına gittim ve “siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz” diye sordum. “Biz asayişi sağlıyoruz” diye cevap verdi.
“Asayiş mi? İyi de bu yaptıklarınız doğru değil ve suç işliyorsunuz” dedim.
Ve sanırım bardağı taşıran son damlam da bu oldu.
Bana döndü ve bütün gücüyle bağırtmaya başladı. “Sen bize işimizi mi öğretiyorsun, kiminle konuştuğunun farkında mısın be adam?”
“İyi de bana bir açıklama yapmak zorundasınız” dedim.
“Sana neden açıklama yapayım. İstersem arabanı parçalarım.” dedi.
Yüzünden tükürükler fışkırıyordu. Ben geri adım attıkça, o yüzünü bana yakınlaştırıp, tükürüklerini yüzüme dağıtıyordu. Bu sırada 5 arkadaşı da yanımıza gelmişti. Hala olayın bir şaka olduğunu sanıyordum. Ama şaka maka değildi. Bas baya ciddi iş yapıyorlardı.
“İyi de bunu yapamazsınız” dedim. Daha da sinirlendi ve “Bak delikanlı, istediğimi, istediğim kişiye yaparım.” dedi. “Çattık ya” diye söylendim, dönüp “Seni yetmiş parçaya bölerim” dedi.
“Bakın beyefendi, toplantım var ve yetişmem lazım. Trafik denetlemenizi yapın ve bırakın gideyim” dedim. “Toplantı ha.” diye söylendi ve evraklarımı alıp gitti.
“Lütfen saygılı ve anlayışlı olun” diye bağırdım. Geri dönüp, “Sen bize saygıyı mı öğretiyorsun” diye bağırdı. “Bakın beyefendi, geç kalıyorum, bir vatandaş olarak hakkımı istiyorum” dedim. “Haklarına sıçayım” dedi. “Terbiyeli olun” dedim. “Seni akşama kadar burada bekletirsem, terbiyeyi görürsün” dedi.
Sonuç…
Alın size polis devleti…
Tam bir saat 40 dakika sonra evraklarımı verdiler. Evraklarımı beklerken, aklıma on yıllardır yaşadıklarımız geldi. Bu ülkenin nereden nereye geldiğini, demokrasi için kaç bin canın feda edildiğini, kaç bin hektar ormanın yakıldığını, kaç insanın sakat kaldığını, kaç dağın kurşunlandığını, kaç ocağın söndüğünü… bir bir düşündüm. Ve ne yazık ki bazı zihniyetlerin, zerre kadar değişmediğini fark ettim. 1995 Yılında üniversiteyi kazandığımda, babam beni Van’a götürüyordu. Aynı noktada durdurulmuştuk ve benzer şeyler yaşamıştık. Aradan tam 20 yıl geçmiş ve zihniyet aynı.
İsyan ettim. Aklıma, küçükken annelerimizin neden bizi polislerle korkuttuklarını hatırladım.
Lise okurken, Şemdinli’nin girişinde polis noktası vardı. Her sabah ve akşam oradan geçerdik. Her oradan geçtiğimizde ayaklarımız titrerdi. Bizi yüzüstü saatlerce bekletirlerdi, köpeklerini üzerimize salarlardı. Kürtçe konuşursanız buradan geçemezsiniz derlerdi.
Tokatlarlardı...
Şimdi o günleri yine hatırladım.
Daha ortaokul sıralarında, bir anda sınıflara girer ve tartaklayarak öğrencileri göz altına alırlardı.
O günleri hatırladım.
Bir keresinde, polis noktasından geçerken Kürtçe konuştuğumuzu duymuşlardı. Bizi sürükleyip içeri almışlar ve köpeklerinden özür dilemişlerdi.
Aynı yerde aynı gerekçeyle arkadaşlarımızı içeri almışlar ve “şu köpek dışkısını yemeden sizi bırakmayacağız” demişlerdi.
25 yıl önce…
Anladım ki aynı zihniyet devam ediyor.
Bunca zamana, gelişmelere, acılara rağmen aynı zihniyet devam ediyor.
25 Yıl önce, Kürtçe konuştuğumuz için bize dışkı yedirmeye çalışan, köpeklerinden özür dileten polis zihniyeti, bugün olduğu gibi devam ediyor.
Ve dahası… Yetkileri tamamen arttırılmış polis devleti…
Bu ülkenin oksijenini solumuş bir insanın, polislerin yetkilerini arttıran bir yasayı makul ve meşru görmesi, bu ülkenin değerlerine ihanettir.
Dün anadilimi konutluğum için beni dışkı yemeye zorlayan zihniyet, bugün Başkale’de sınırsız yetkilere sahip ve keyfi muameleyle insanlara zulmediyor.
Bunca acıyı, zorluğu, geri kalmışlığı, katliamı, cehaleti henüz fark etmeyen ve yitirdiğimiz bunca canlarımızı hala görmezden gelen zihniyeti lanetliyorum.
Keyfi muameleyle bu ülke insanına zulmetmeyi marifet sayan zihniyeti lanetliyorum.
Yaşadığımız bunca şeye rağmen, hala ders çıkarmayan zihniyeti lanetliyorum.
Ben artık bu ülkede “polis” sözcüğünü duyduğumda, korkmak istemiyorum. Çünkü acılar hepimizin ortak acısı. Yitirdiğimiz bunca şey, hepimizin ortak değeri.
Bırakın da bu ülkede bahar yeşersin. Demokrasi yeşersin. Umut yeşersin. Dalga dalga yükselen özgürlük çığlığı yeşersin. Hasretle sarılmayı beklediğimiz barış yeşersin.
Bırakın bu ülkede kardeşlik yeşersin.
Bırakın bu ülke, “ülke tadında” olsun!