Yazarlar

MEBİT

Ev, öğrenci ve ötesi..

Ev, öğrenci ve ötesi..

Abone Ol

2013-11-14 15:00:00

1998 Yılında YÖK, üniversite öğrencilerinin kendi temsilcilerini seçmelerini istedi. Ancak bir şartla: Adayları kendisi belirleyecekti. Öğrencilerse buna itiraz ederek, isteyen kişilerin aday olabileceğini belirttiler. Ancak YÖK buna şiddetle karşı çıktı. Sebebini ise, dönemin YÖK Başkanı K.Gürüz açıkladı: “Çünkü bu ülkenin öğrencileri, henüz kendilerini yönetebilecek beyin yapısına ulaşmamışlardır.”


Hemen ardındaki aylarda YÖK itiraz eden, eleştiren, sorgulayan, yani muhalif olan bütün öğrenciler hakkında soruşturma açtı ve onlarca öğrenciyi okullardan uzaklaştırdı, onlarcasına dava açtı, onlarcasını gözaltına aldırdı, onlarcasına psikolojik şiddet uyguladı. Bu uygulama, belki de sistemin onyıllardır arzuladığı bir uygulamaydı. Yani onyıllardır düşünce serüveni sindirilmeye çalışılan öğrenci gençlik, tamamen pasifize edilmeye çalışıldı. Yavaş yavaş itiraz etmeyen öğrenci kitleleri oluştu ve herkes susmayı tercih etti. Daha doğrusu susmayı tercih etmek zorunda kaldı.


Sonraki birkaç yıl içinde de öğrenci gençlik, sistem eliyle tamamen pasifleştirildi. YÖK eliyle sistem, öğrenci gençliği ekonomik olarak kendine köleleştirdi. Çünkü öğrenci gençlik, henüz birinci sınıftayken KPSS derdine düşürüldü. Hayatının en verimli, en girişken, en aktif dönemindeki gençlik, artık tamamen KPSS odaklı bir üniversite hayatı yaşamaya başladı.


Böylece öğrenci gençliği sosyal, sanatsal, kültürel ve siyasal alanlarda kendini yetiştirmek için gittiği üniversitelerden, bu alanlardan hiçbir yeterlilik almadan mezun olmaya başladı. Ayrıca gençlik, gelecek kaygısıyla bunalıma sürüklendi.

Bu gençliğe ne oldu? Bu gençlik ülkenin yedi bir yanında çalışmaya başladı. Hayatının her alanına girdi ve her kurumda çalışmaya başladı. Ancak bu gençlik bilgi donanımı konusunda yetersiz. Çünkü kültürel, sosyal ve siyasal zenginliği zayıf.


Peki sonuç? Sonuç iki noktada ortaya çıkıyor: Birincisi, bir iki yıl sonra işinden bıkan ve yeniden sınavlara hazırlanan bir gençlik. İkincisi, geçen yıl Van’da, saygın ve büyük bir devlet kurumunda benim karşılaştığım durum. Üç hafta bu kurumun müdürüne gitmiştim ve sürekli ertelenmiştim. İşim halledilememişti. Neden halledilemediğini ise, müdürün sekreteri kulağıma eğilerek, son derece berbat bir Kürtçe ile özetlemişti: “Xoce ewe tepeden indirmişkirine, işi bilmiş nake!”


İşte size üniversitelerden yetişen gençlik. İşte size kurumlarımızın başına getirilen gençlik.


Şimdi akıllara şu soru gelecek: Herkes böyle mi? Ya da bu yazıyı okuyanlar, üzerlerine alınmayarak “ne alaka” diyecekler. Ben sizlere bir şey söyleyeyim mi? İster alının, ister gücenin, ister saçmaladığımı düşünün. Ama işin gerçeği şu: Bugünkü Türkiye üniversitelerinden mezun olan öğrenci gençliğin büyük bir kısmı, liselerdeki konumlarından gerileyerek mezun olmaktadırlar.


Hal böyle.


Ama gelin görün ki, bu hal kimsenin umurunda değil. Yetkililer kendilerini aşmış. Öyle aşmışlar ki, dört dörtlük yetişen! bir üniversite gençliğine ahlak dersi vermeye soyunmuş. Bu ülkenin üniversite gençliğinin, bu sorunundan önce yığınla sorunu bulunuyor. Üniversite gençliğinin büyük bir kısmı, mezun olmasına aylar kala bunalıma giriyor, depresyona giriyor. Ve bu depresyon yıllarca sürüyor. Üniversitelerde, artık öğrenciler sağlıklı iki cümle kullanamaz hale getirildiler. Neredeyse bütün sosyal ve kültürel etkinlikler, susturuluyor. Kulüpler tamamen sistem propagandası yapan birer küçük kurum haline dönüştürüldü. bilgi becerileri son derece zayıf bir sürü kişi asistan yapılıyor ve bu kişiler akademisyen oluyor. Tül perdelerin arkasından sokakları gözleyen, ama söylemde didar geçinen akademisyenler diz boyu. Yığınla işsiz mezun var.


Eğitim ve hayat kalitesini arttırmak yerine, son derece gereksiz ve zamansız bir tartışmayla, üniversite gençliği, 90’lı yılardaki akıbetiyle karşı karşıya. Değişen hiçbir şey yok. O günden bugüne, gençlik üzerinden oynanan oyun aynı: Düşünme, eleştirme, tartışma…Aynı evde kalma!


Ya Allah aşkına, bu şekilde mi insanları ahlaklı olmaya davet edeceksiniz? Bu şekilde mi doğru yaşamanın, başarılı olmanın yollarını öğreteceksiniz?


Aile ve ahlak terbiyesini almamış olan kişileri, istediğiniz kadar karşı cinsinden uzaklaştırın. Hadi evlerde onları birbirinden uzaklaştırdınız. Fakülte bahçelerini ne yapacaksınız? Cafeleri, eğlence merkezlerini, sınıfları, lokalleri, otobüsleri, sokakları ne yapacaksınız?


Neredeyse yarısı işsiz olan, önemli bir kısmı psikolojik buhran yaşayan, önemli bir kısmı sosyal yaşam kalitesinin ortalama standartlarının çok altında yaşayan, çok büyük bir kısmı yoksulluk içinde okuyan üniversite gençliğinin, dile getirdiğiniz sorununa bakın.

Ha illa ki evlere bakacaksanız ya da bakacaksak ya da bakmamız gerekiyorsa, ben size bakmamız gereken evleri sayayım: Van’da depremde yıkılan ve aradan 26 ay geçmesine rağmen, hala el değmemiş evlere bakın. Roboski’de kanları henüz kurumamış gencecik yavrularını yitiren annelerin toprak damlı evlerine bakın. Koca gözleriyle 21.yüzyıl Türkiye’sinde yaşayan bizlere lanet okuyan Ceylan’ın gözyaşlarıyla ıslanan evine bakın. Otobüs durağındayken, hayatının baharında ölüme terk edilen Buse’nin evine bakın. Onlarca kurşunun minicik bedenine sıkıldığı Uğur’un evine bakın. Bu ülkedeki kirli savaştan katlettiğimiz yüzlerce insanın annelerinin,


babalarının, evlatlarının, bebeklerinin, dul kadınlarının evlerine bakın. Bütün dünyanın en masum sevdasını kazanan ve evlatları için çırpınan Cumartesi Anneleri’nin evlerine bakın. Yoksulluk içinde yaşam mücadelesi veren gecekondu evlerine bakın. Dünyanın en ilkel kabilelerinin bile yaşam kalitesinden daha düşük kalitede yaşayan kimsesizlerin yurtlarına bakın. Adeta ölüme terk edilen ve neredeyse hiçbir istekleri doğru dürüst karşılanmayan huzurevlerine bakın.


Ya da başınızı kaldırın ve sahipsiz ölülerin kefeni olan o tertemiz gökyüzüne bakın.


Bu ülkenin gençliğine, o gökyüzü kadar tertemiz bir gelecek bırakın.

  • Etiketler :
  • Van Haber