2012-03-09 15:00:00
Melez bir sonbahar günü... Bir ekim günü…
Gökyüzü mavilikler kuşanmış. Evren tümden siyahi. Kızıl bir bulutun saksısına göçüyorum. Usulca... Kızıl bir buluta sunuyorum, güldeste düşlerimi. Ve bir kardelenin Xaçort yürekli sevdasıyla duruyorum halayın başında, ellerimde bahar işlemeli mendilimle.
Hoşça kal, Pembe düşlü narin gülüşlü çocuk. Küçücük bakan ama evreni kucaklayan gözlerinle, gülüşlerinle gidiyorsun. Güneşin üşüyen umutlarını yorgun bakışlarınla üfledin ve dağların yüreklerini avuçlarının içine alıp okşadın. Melezim, toprağımın gül kokusu, sıcak kalsın destanın.
H O Ş Ç A K A L.
En güzel akşamın ayışığını sıkıştırdım avuçlarıma, İskele semalarından. Bir de rüzgarın ıslığını… Şarkımın en güzel dizelerini, bulutların senfonisiyle söylettim anneme, sen toprağınla kucaklaşırken. Ve seni toprağın avuçlarına gömdüm. Özberk in yanıbaşındaki kırmızımsı Divan a.
Daha konuşacaktık, masal anlatacaktım sen okşarken saçlarımı. Ama… Keje nin yıldızı da kaydı gökkuşağına. “Artık gitme zamanı” dedin ve gittin, narin gülüşlü çocuk. Erkenden. Daha söyleşecektik. Sen gitmek istemedin sonra. Ama neyleyim kalleş depremi?
Yine de gittin, kızıl düşlüm; en güzel rengin en güzel sıcağına.
H O Ş Ç A K A L.
Bütün denizler olduğundan daha sakin şimdi. Bütün balıkçılar iş grevinde. Hepsinin sofrasında Van var. Bir de evrenin ağlayan çocukları... Biri Ayazlar sokaklarından, biri Maraş tenhasından. Yeryüzünün bütün çocukları vardı cenaze töreninde. Ah görecektin be çocuk! Bütün çocukların ellerinde bembeyaz bayraklar vardı ve hafif esen rüzgarda dalgalanıyordu bütün bayraklar. Hepsi “BARIŞ” şarkısını mırıldanıyordu, seni uğurlarken. Ve hiçbiri ağlamıyordu. “Barış istiyoruz” diye söylendi Nagazakili çocuk. Sonra Halepçeli biri “ben de” dedi. Ardından, görmeliydin narin gülüşlü çocuk, bütün insanlar, evet yeryüzünün üçte ikisinden çoğu bir ağızdan “biz de…” diye haykırdılar. Şimdi bilmelisin ki, beyaz mendil asla düşmeyecek ellerimizden. Biz bütün insanlık şimdi mırıldanıyoruz, bahar düşlü barış şarkısını.
Sen de çok severdin “barış”ı, nazlı çocuk!
Sen gittin. Yolun açık olsun reyhan çiçeğimin kokusu.
H O Ş Ç A K A L.
Usulca soludukları güneşi selamlıyor, Bostaniçi nin karınca bacaları. Gök ile yer arasındaki uzaklık bitiyor sanki, çocuk. Gittikçe daralıyor uzay kaldırımları. Oysa ne güzel tüterdi sokağımızda, kahvaltı sofralarımızın ekmeğinin kokusu.
Hoşçakal güneş misafiri melezim. Vera gülüşlüm. Sonsuz Süphan ölümlerinden Gülbahar saçlarına... Gitti mavi.
H O Ş Ç A K A L.
Melez bir sonbahar yaprağı yaşam.
Acıydı toz bulutu kaplıydı her taraf. Herkes koşuşturuyordu. Çığlıklar yükseliyordu. Yardım isteniyordu.
Ama biliyorduk ki, herkes direnecekti. Her şeye rağmen, kentimiz direnecekti.
Berfo’nun bahçesindeyim şimdi. Bir çiçeğin ölümüyle süslendi dünya. O çiçeğimi koklamak istedi, evrenin bütün çocukları. Şimdi sen gittin ya dik bakışlı çocuk, seni hep koklayacak sıcak düşlü dostların.
Ne güzel duruyordu ellerinde kalemin. Mavi, okul önlüğün çok yakışmıştı.
İlk kez gördüm, tamam kızma narinim. Ama söz sana, son kez görmeyeceğim.
Ağlıyorum şimdi. Ve gözyaşımda boğulan kelebeğin, Issız bakışlarına göçüyorum. Sağ başparmağımın boğumunda eriyor, sol tarafımın kutup buzulları. Saçlarınla örttüğün ateşin içindeyim. Saçlarında kayboluyorum önce. Sonra güneşini içtiğim Deniz’in dağlarında
Seni güneşe gömüyorum, hoşçakal…
H O Ş Ç A K A L.