Yazarlar

MEBİT

TOPLUM YARGILANMALI

TOPLUM YARGILANMALI

Abone Ol

2016-04-28 15:00:00

  Günümüzün ve özellikle 21. Yüzyılın  kanaatimce en önemli sorunlu konusu toplum ve toplumun kendine belirlediği alanlar, ilişkilerdir. Bunun için kavramsal olarak toplumu ve onun ilişki biçimlerini yeniden ele almamız ve sil baştan yeni bir yirmi birinci yüzyıl toplumunu inşa etmemiz gerekir.

 

Elbette bu konu oldukça kapsamlı, derin, analiz edilmesi uzun bir süreyi alacak denli olduğu için burada sadece yüzeysel değinip, Türkiye özelinde irdelemek isterim. Mevcut toplum yapısı değerlerini  koruyamamış, ahlaki bağnazlık tuzağında çöküşünü görememiş ve daha önemlisi de saflığını koruduğunu idda edecek denli çürümüşlüğünün farkında değildir.

 

Hal böyle olunca toplumda artan suç oranları, ahlaki çöküş, değerlerin itibarsızlaşması, dinin metalaşması, insanlar arası ilişkilerin samimiyetini yitirmesi, günlük yaşamın bayağılaşması ve normların ‘’bireycileşmesi’’ gibi toplumun saf, masum dinamiklerinin geçersiz hale gelmesi de kaçınılmaz oluyor. Eğer yeni bir toplum inşa edilecekse kesinlikle 21. Yüzyılın karakteri, dinamikleri göz önünde tutularak buna uygun bir inşa süreci başlatılmalıdır.

 

 

Bana göre 21. Yüzyıl toplumu siyaset ve  din ile değil, bilimin sosyolojik çıkarsamalarıyla, teknolojik zekanın kendine has insani ilişkileriyle, felsefi sorgulamaların ışığında toplumsal düzleme uygun idealist gerçeklikler ile kurulmalı ve kendini  böyle bir perspektif ile tanımlamalıdır. Bunları yaparken toplumun ne olduğunu, kim olduğunu, neden bu kadar hayati derecede önem arz ettiğini bilmenin hassasiyetiyle davranırsak, yaptığımız işin de farkında oluruz. Çünkü toplum  kendi başına aile, birey, devlet, din, hukuk, ahlak, ülke, vatan gibi unsurların atomize edilmiş  kurucu çekirdeğidir.

 

 

 

Toplum değişen dönüşen dinamiklere sahip olması hasebiyle canlı bir yapıdır. Çünkü içinde insan var, tarih var, doğal afetler var, savaş, kültür ve etkileşim var. Bu unsurlar yapıcı, yıkıcı, onarıcı, düzenleyici etkilere sahiptir. Türkiye toplum yapısı ise devletin kurulduğu zihniyet dünyası ve siyaset yürütme biçimi ile din olgusunun metalaştırılması sebebiyle maalesef ketum, durağan bir oluşuma sahiptir.

 

 

Türkiye toplumunda en çok ön planda olan ve hassasiyet gösterilen olgu din olmasına rağmen ne yazık ki dini anlayış ve bilgiler ufuk açıcı olamıyor, sorunların çözümü konusunda etkili bir rol oynamıyor. Bunların farklı sebebleri olmakla birlikte en çarpıcı olanı ise benim gözlemlediğim kadarıyla bizim toplumumuzda ‘’dini hassasiyet olmasına karşın dini gerçekliğin olmamasıdır.’’  Yani din sadece kendini dindar tanımlama aracı olarak görülüyor ve onun muhtevasında barındırdığı anlamın etkisini yitirmesidir.

 

Bir ülke olabilmiş fakat bir toplum olamamış Türkiye,  ayak bağı olan sorunlarını olgunlukla çözemiyor. Türkiye toplumunda çelişkiler diz boyu ve hepsi de esasında birbirini besleyerek büyümektedir. Bir bütün olarak bir Türkiye toplumundan bahsedilemez.

 

Çünkü yukarda belirttiğim şekilde siyaset yürütülme biçimi insanları kamplaştırma, yapay korkular üretme ve farklı kimlik ve düşünce tarzına sahip insanlar hakkında efsaneler, dogmalar üretme çabası içindedir. Dolayısıyla ortaya tedirgin, korkak, özgüvensiz, şüpheci bir toplum çıktı. Temel insani bilimlerin değer görmemesi, eğitimin kalıpçı ve ideolojik olması, hukukun itibarsızlaşması v.s gibi eksiklikler bizim 21. Yüzyılın karakteristiğine uygun davranamamamıza sebeb olan etmenlerdir.

 

Türkiye’de insanlar temel toplumsal sorunlara karşı dilsiz, tepkisiz oldukları gibi basit sorunlara karşı da tamamen duyarsız olmuş durumdalar. Hiç kimse, herkesin yaşam alanını ve geleceğini ilgilendiren, rahatlıkla mutabık kalınabilecek konularda bile bir uzlaşı sağlayamıyor ve bunları bir arada konuşamıyor. Gezi olaylarında ağaçların kesilmesi konusunda bile -ki bu herkesi ilgilendiren bir mevzudur- muazzam bir bölünme ve kamplaşma yaşandı.

 

Herkesi ilgilendiren bir konuda insanlar bir araya gelemiyorlar ise bırakın olgun bir toplum olamayışımızı en basitinden insani duyarlılığa dahi sahip olamadığımız aşikardır. Dolayısıyla Türkiye toplumu, devlet ve iktidar başta olmak üzere kendini 21. Yüzyılın şartlarına uygun bir şekilde yeniden tanzim etmeli ve önüne çağdaş, modern, demokrasiyi ve insani yaşamı içselleştirmiş bir paradigma koymak zorundadır.

 

Toplum ancak bütün ölü hücrelerini yenileyerek, çürümüş ve artık etkisiz kalmış değerlerini tazeleyerek diri ve olgun bir yapıya kavuşabilir. Aksi takdirde kolayca provoke edilebilen, sürü gibi yönetilebilen, duyguları-düşünceleri robotlaştırılan, kabiliyetleri kısırlaştırılan ve kendine dair hiçbir kişiliği olmayan ve ilkel insanlar güruhuna dönüşebilir.

 

Son olarak bana göre toplum bütün suçların, kötülüklerin, anlamsızlıkların, cinayetlerin, intiharların, yoksullukların kışkırtıcılığını ve tetikleyici gücünü gerçekleştirme rolünü oynayıp, organizatörlük yapma durumundadır. Böyle bir toplum ise ölü bir toplumdur.

  • Etiketler :
  • Van Haber