2015-08-10 15:00:00
Tarih 16 Ağustos 1984…
Sabah ezanından hemen sonra, büyük bir gürültüyle, bağırma sesleriyle uyandık. bağırmaların şiddeti gittikçe arttı. “Çıkın lan dışarı, şerefsizler…”
Kime bağırıyorlardı, bağıranlar kim, neden derken, evin dış kapısını tekmeleyenleri duyduk. Kapıyı açmamıza fırsat vermeden, kapı kırıldı ve içeri daldılar.
İçeri dalanlar askerdi. Üst üste duran her şeyi dağıttılar. Yerdeki halıları kaldırdılar. 4 kardeş 2 yatakta yatıyorduk. Dördümüz de büyük bir korkuyla duvara sırtımızı dayayıp, olanları izliyorduk. Titriyorduk. Yatakları dağıttılar. Döşekleri dağıttıkları sırada, askerlerden biri baldırıma bastı. Büyük bir acı hissetmeme rağmen, ses çıkartmadım.
O günden beridir baldırım ağrıyor!
Çıktılar…
Evimiz, köy meydanındaydı. Korkuyla pencereye yaklaştım. Dışarıda bağırmalar, ağlamalar, inlemeler, küfürler…
Perdeyi hafif araladım. Onlarca asker, buldukları kim varsa tartaklıyor, küfrediyor ve yere yatırıyordu. Kadınlar bir tarafta, erkekler bir tarafta yüzüstü yatırılıyor ve elleri arkadan bağlanıyordu. Başını kaldıran, herhangi bir yerini kımıldatan olursa, öldüresiye dövülüyordu. Çocukların ve bebeklerin ağlamaları arşa varıyordu sanki.
Sonradan başçavuş olduğunu öğrendiğimiz biri, ağzından salya akıtarak, sürekli tekme tokan savurarak, ağza alınmayacak küfürler ederek şunları bağırdı: “Siz bu devleti daha tanımadınız lan. Göstereceğiz size bu devletin kim olduğunu.”
Aradan saatler geçti. Aydınlık çöktü, güneş doğdu, yükseldi durum aynı.
Bebekler ve çocuklar yüzüstü yatırılan annelerinin yanı başlarında ağlıyor, anneler çaresiz susuyor, sessizce ağlıyordu. Başçavuş hala kükrüyordu: “Demek isyan edersiniz he, ulan bu sopayı g.... sokarım.”
İyi de isyan eden kimdi, isyan neydi? Kimse ne olup bittiğini bilmiyordu.
Evimizin taş duvarının önünde dizilmiş, olanları öylece izliyorduk.
Öğlene doğru kadınları bıraktılar. Erkekleri de kaldırdılar. Ama erkekleri bırakmadılar. Yerdeki pozisyonda, evlerin duvarlarına burunlarını ve ellerini dayayıp, öylece beklettiler. Sonra da sopalarla erkekleri dakikalarca dövdüler. Ahlayan vahlayan olursa, kımıldayan, ses çıkaran, düşen olursa iki katı kadar daha dövüyorlardı.
Akşama doğru erkekleri bıraktılar. Kimse yürüyemiyordu, kimse konuşamıyordu, kimse oturamıyordu. Herkes öldüresiye dövülmüştü.
Sendeleyerek yürüyen erkeklerin arkasından başçavuş bağırmaya devam ediyordu: “Bu devlet size ne yaptı lan? Ananızı mı s.kti?”
Akşam evimizin erkekleri fısıldaşırken duydum. “Devlettir, her şeyi yapar.”
O günden sonra “devlet” kelimesinden nefret ettim.
Ogün iki şeyi öğrenmiştim. Birincisi, kafamızda düşündüğümüz devlet kavramının, kafamızda düşündüğümüz şey olmadığını. İkincisi, erken büyüdüğümü!
O gün bir başlangıç olmuştu. Sonrasındaki her sabah aynı şey tekrar edildi, haftalarca… Sonrasındaki yıllardaysa her çatışma çıktığında, her mayın patladığında, her silah sesleri geldiğinde, aynı şeyler tekrar edildi. Yıllarca…
Biz büyüdük. İlk gün ilkokul birinci sınıftaydım. Ama büyüdükçe nasibimi “devlet”ten almaya başladım. Velhasıl büyüdüğümüzü, askerler tarafından tartaklanarak ve küfredilerek öğrendik!
Hiç unutmam, bir keresinde öğrenci olduğumu söylemiştim. Ortaokul ikinci sınıftaydım. Kanıtlamak için de, ilçedeki tek kırtasiyeden aldığım uyduruk öğrenci kimliğimi göstermiştim. Aldığım cevap şu olmuştu: “Geç lan göt herif!”
Yıllar geçtikçe, muamelelerin dozu da artıyordu. Olaylar arttıkça, daha çok baskı ve işkence görüyorduk. Artık yüzüstü yatırmalar sadece köyde yapılmıyor, her yerde her fırsatta yapılıyordu. Üstelik sadece asker de değil, polis de yapıyordu. Askerlere ve polislere bakınca gülen herkes, Kürtçe konuşan herkes, sokaklara erken çıkan ve sokaklardan geç giden herkes yüzüstü yatırılıyor ve aynı muameleye tabi tutuluyordu.
Tarih 5 Ağustos 2015…
Dünya kamuoyunun önünde, 52 Kürt işçisi yüzüstü yere yatırılmış ve elleri arkadan bağlanmış. Tepelerinde dolaşan asker “bu devlet size ne yaptı lan, Türkün gücünü göreceksiniz” diye bağırıyor.
Şimdi bir kağıt ve kalem alın ve önce kağıda 2015 yazın. Sonra da altına 1984 yazın ve birbirinden çıkarın. Kaç yıl geçmiş? Tam 31 yıl. Muamele de aynı, cümleler de…
Şimdi bu devletin bize ne yaptığına bir bakın bakalım? Bu devletin bize ne yaptığını herkes zaten biliyor. Ama ben de bu devletin bize yapmadıklarını sayayım.
Bu devlet bize okul yapmadı. Cumhuriyet tarihi boyunca bizleri köle olarak yetiştirdi. Sahte mela ve şéxlerle, İslamiyetin en güzel değerlerini bize karşı kullandırttı. Bilinçlenmemizi, okumamızı ve yükselmemizi engelledi.
Bu devlet bize hastane yapmadı. Binlerce insanımızı, devletin sorumsuzluğu yüzünden kaybettik. Onyıllarca, köylerimizde ve ilçelerimizde sağlık ocağı, hastane ve doktor görmedik.
Bu devlet bize ticaret hakkı vermedi. Her tarafımız sınır olmasına rağmen, sınır ticaretlerini yasakladı. Fabrika kurmadı, iş alanları açmadı, tarımı ve hayvancılığı yasakladı. Bize geçim kaynağı olarak bir tek kaçakçılığı dayattı. Onunla da toplu katliamlar yaptı. Ekonomik olarak bizi köleleştirdi.
Bu devlet bize yol yapmadı. En yakınlarımız, en uzağımız oldu.
Bu devlet bize yayla hakkı, hayvancılık hakkı, tarım hakkı vermedi. Dağlarımızı bombaladı, yaylalarımızı yasakladı, tarlalarımızı mayınladı. Kaçakçılıktan sonraki tek geçim kaynağı olan hayvancılığı ve tarımı bitirdi.
Bu devlet anadilde eğitim hakkımızı vermedi.
Bu devlet, dört parçaya bölünmüş topraklarımızda, akrabalarımızı ziyaret etmemize, onları görmemize izin vermedi.
Bu devlet bize insan gözüyle bakmadı. Şarkılarımızı yasakladı, şiirlerimizi yasakladı, isimlerimizi yasakladı…
Daha neleri söyleyeyim?
Bu devletin yaptıklarını ve yapmadıklarını saymaya devam etsem, sayfalar yetmez.
Yüksekova’da, işçi kardeşlerimi yüzüstü yatırıp kükreyen ve 31 yıl öncesindeki zihniyeti tekrarlayan askere soruyorum: Bu devletin yaptığı hangi şeyden övüneyim ben?
Tam 11 yıl boyunca, her sabah varlığımı Türk varlığına armağan eden devletle mi övüneyim?
Her tepenin, dağın, ormanın en görkemli yerlerine faşizm sloganları yazan devletle mi?
Cezaevindeki çocuğuyla, Türkçe bilmediği için ve Kürtçe yasak olduğu için, tam 1 saat tek kelime konuşamadan görüşmesini bitiren annelerimize bu saygısızlığı yapan devletle mi?
Çocuğuna Kürtçe isim bıraktığı için, insanıma günlerce işkence eden devletle mi?
Dilimi yasaklayan, şarkılarımı söyletmeyen devletle mi?
Cumartesi annelerini, Roboski’yi yaratan devletle mi?
Bir tek ağaç kalmayana kadar bütün ormanlarımı yakan devletle mi?
Kürtçe konuştuğum için, kışın dondurucu soğuğunda, cadde ortasında tam 2 saat, polisine beni yüzüstü yatırtan devletle mi?
31 yıl önceki faşist zihniyeti taşıyan asker, şunu çok net olarak bil ki, bu devlet, övünebileceğimiz hiçbir şey yapmadı, ama utanabileceğimiz çok şey yaptı!