Yazarlar

MEBİT

"Bu kentte yazmanın vakti geldi; Ama kendime..."

Öner Yiğit konuşmak üzerine yazdı: "Çünkü konuşmak artık riskli bir spor dalı. Yanlış bir kelime, yanlış bir mimik, hatta yanlış bir suskunluk bile, seni bir sabah kahve yerine linçle uyandırabiliyor. "

Abone Ol

2025-11-11 13:03:26

Bu kentte konuşmanın değil, yazmanın vakti geldi ama kendime! Biz Vanlıların bir sözü vardır: “Kendime çay içiyorum.” Dışarıdan duyana tuhaf gelir, ama biz biliriz o cümlenin ağırlığını. Yalnızlığın, dinginliğin, biraz da “kendi haline razı olmanın” sıcak buharıdır o çay. Sabahın erkeni… Soba tütüyor, cam buğulu. Bir demlik çay, bir tabak zeytin, otlu peynir… Masaya iki bardak koymuyorum artık, çünkü biri fazla geliyor. Kendime çay içiyorum; çünkü kendimle aramı düzeltmeye çalışıyorum. Birazdan “kendime yemek yiyeceğim.” Yani, sofrada kimseye laf düşmeyecek. Tuzlu olmuş mu, çay demli mi diye soran yok. Ben hem aşçıyım, hem misafir; hem garson, hem ev sahibi. Yemeği de beğenmezsem, kimseye kızamıyorum: “Kendime yapmışım işte.” Vanlı olmak böyle bir şey biraz Kendine içip, kendine yiyip, bir yandan da kendine gülmek… Çünkü biliriz ki, en iyi muhabbet bazen içimizde döner. Bir bardak çay kadar sade, bir lokma ekmek kadar gerçek.

 

Söz artık sokağa düşmüş, değeri kalmamış bir yankı gibi, herkes konuşuyor; ama kimse duymuyor. Çünkü kentte olan biteni anlatmaya kelimeler bile utanıyor artık. Bir zamanlar insanlar birbirini gözlerinden tanırdı, şimdi ekran ışıklarıyla aydınlanıyor yüzler. Bir zamanlar dertleşmek vardı, şimdi paylaşmak bile gösteriye dönüştü. Bu kentte neler oluyor, neler bitiyor, kim bilir? Ama bir gerçek var: konuşursan yanlış anlaşılacaksın, susarsan unutulacaksın. O yüzden yazacaksın. Ama kendine…

 

Çünkü konuşmak artık riskli bir spor dalı. Yanlış bir kelime, yanlış bir mimik, hatta yanlış bir suskunluk bile, seni bir sabah kahve yerine linçle uyandırabiliyor. Ben bu kentte artık yüksek sesle gülmeyi bile erteledim. Çünkü mizah bile yanlış anlaşılabiliyor. Hangi cümlede kime dokunduğunu, hangi gülüşün hangi kesimi rahatsız ettiğini kestirmek zor. O yüzden mizahı da kendime yapıyorum. Nasıl mı? Sabah aynaya bakıyorum: “Yine mi umutlandın?” diyorum, kendi kendime gülüyorum. Bu da yetiyor. Belki de yazmak, bu kentin tek dürüst eylemi haline geldi. Çünkü konuşmak, izin ister. Yazmak istemez.
Konuştuğunda seni dinleyen yok; yazdığında en azından okuyan bir versiyonun kalıyor geriye. Belki yıllar sonra biri bulur, “Bak, o da bizim gibiymiş” der. Ya da hiç kimse bulmaz, ama sen içini dökmüş olursun. İkisi de kazanım sayılır bu kentte.

 

Bir zamanlar umutla dolu olan bu sokaklarda şimdi sessizlik dolaşıyor. Her köşe başında bir yorgunluk, her vitrinde bir “satılık hayal” tabelası. Ama yine de yazıyorum. Çünkü yazmazsam, olan biteni kabullenmiş olurum. Bazen bir kentte konuşmamak, direnmenin en zarif hâlidir. Belki ben de o zarafete sığınmaya çalışıyorumdur. Belki bu yazı da bir çığlığın, sessizlik kılığında yazılmış hâlidir.

 

Ama emin olduğum bir şey var: Bu kentte artık konuşmanın değil, yazmanın vakti kendime. Çünkü bazen en doğru söz, kimseye söylenmeyendir.

 

O yüzden sustum. Ama sustuğum kadar yazıyorum. Kime? Kendime. Çünkü kendime yalan söyleyemem, en fazla oyalayabilirim. Bu kentte bir şeyler oluyor. Herkesin bildiği ama kimsenin konuşmadığı o “bir şeyler.” Kahvede, parkta, belediye önünde, hatta sosyal medyada bile aynı sessizlik dolaşıyor: “Aman bana dokunmasınlar da.” 


Bir dönemdi, insanlar dertleşmek için konuşurdu; şimdi dertten kaçmak için susuyor. Yollar aynı, ama yönler değişti. Herkesin bir hesabı var, ama kimsenin vicdan defteri açık değil. Birileri her gün yeni bir bina dikiyor, birileri aynı hızla umutlarını yıkıyor. Kent büyüyor ama insanlar küçülüyor. Herkes birbirine daha yakın, ama birbirinden daha uzak.

 

Kendime, yalnızca kendime yazıyorum. Ne görülmek için, ne anlaşılmak için. Sözcüklerim bir sığınak artık; dışarıya değil, içeriye doğru kazıyorum. Kimseye kanıtlamam gereken bir şey yok. Bu satırlar ne alkışa aç, ne onaya muhtaç. Benim iç sesimle, benim sessizliğim arasında kurulmuş küçük bir köprü sadece.
Kendime, yalnızca kendime yazıyorum. Çünkü en çok kendime yabancılaştım. Bir insanın kendini anlaması, dünyayı anlamasından daha zordur bazen. Yazmak, kendimle yeniden tanışmanın tek yolu. Her kelime, içimdeki bir yankının izi. Belki de bu yüzden, yazdıklarım kimseye değil bana dönüyor. Kendime yazıyorum. Çünkü başkaları susturuyor, ben duymak istiyorum. Kendime yazıyorum, çünkü içimdeki gürültü sessiz kalmasın. Kendime yazıyorum; kimse okumasa da ben var olayım. Çünkü bazen yazmak, hayatta kalmanın en sessiz yoludur. Bu kentte yazmanın vaktidir ama kendime…

  • Etiketler :
  • ELEŞTİRİ