2015-12-15 15:00:00
Bir ‘’kelime’’ içinde doğup büyüdüğü toplumsal sosyolojinin karakteristik özelliğinden ve zihniyet dünyasından ona yüklenen anlamlarla şekillenir. Daha sonra karşımıza ‘’kavram’’ diye bir kimlik olarak çıkar. Artık insani, siyasi, iktisadi, dini ve diğer bütün ilişkiler bir kimlik kazanan kavramlar üzerinden gelişir, boyutlanır. İşte tam da bu noktada insanların kişilik ve davranışları kavramlarla anlaşılmaya, anlatılmaya başlanır. Yani bireyler hakkındaki düşüncelerimizi onların kullandıkları kavramlar üzerinden elde etmeye başlarız.
Kapitalist modernitenin egemen olduğu çağımız dünyasında kavramlar üzerinden ‘’toplum mühendisliği’’ yapılması elbette yeni değildir. Hatta burjuvazinin yeni filizlendiği zamanlara baktığımızda kendisini ifade ettiği liberal kavramlar bunun ipucu sayılabilir. Ayrıca ulus-devletlerin inşasının biçim ve argümanlarında da kavramlar aracılığıyla güçlü ve tekçi iktidarlar ve buna mukabil homojen uluslar toplumsal sosyoloji değiştirilerek yaratılmıştır.
Kapitalist modernite bunu büyük bir ustalık ve sinsilikle yapıyor. Bu konuda modernist iktidarların kendilerine has özel araç ve yöntemleri vardır. Eğer bir toplum kolayca örgütlenemiyorsa , itiraz ve hak arama kültürüne sahip değilse veyahut kendi toplumsal gerçekliğine yabancı kalmışsa bunun sebebi modernist iktidarların o toplumların ve bireylerin bilinç ve ruh dünyasını törpülemiş olmasıdır ve ortaya – teknolojinin de etkisiyle – yapay bir toplum ve birey çıkartmasıdır.
Fıransız düşünür ve sosyolog Michel Foucault’ ya göre ‘’insan’’, ‘’ruh’’, ‘’birey’’, ‘’insan bilimleri’’, gibi modern kavramlar iktidara ait kavramlardır ve bu kavramlar da iktidarı genişletmiştir. ‘’Öznellik’’, ‘’bilinç’’, ve ‘’kişilik’’ gibi kavramlar ise iktidar tarafından dışlanmıştır. İktidarların varlıklarını kavramlar üzerinden de sürdürdüklerini düşündüğümüzde toplumsal ve bireysel kavramlarımızı ve bu kavramlara aidiyetimizi gözden geçirmemiz kaçınılmaz oluyor. Böylece toplumsal değerlerin çürümesinin önüne geçilebilir.