2025-06-06 22:18:07 | Son Güncelleme : 2025-06-07 17:11:34
AK Parti’nin kurucuları arasında yer alan Hüseyin Çelik, 18 Nisan 1999 Milletvekili Genel Seçimlerinde DYP’den Van Milletvekili seçildi. 3 Temmuz 2001’de DYP’den istifa ederek AK Parti’nin kurucuları arasına katılan Hüseyin Çelik, Grup Başkanvekili, Kültür Bakanı, Milli Eğitim Bakanı ve AK Parti Sözcüsü olarak görev yaptı.
Halen Ankara’da Hece Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Vakfı Başkanı olarak çalışmalar yürüten Hüseyin Çelik, Demokrasi Platformu tarafından iki gün önce yayımlanan bildiriye imza atan isimler arasında yer aldı.
Gündemdeki konularla ilgili ANKA'nın sorularını yanıtlayan Çelik, imza attığı bildiriye ilişkin “Kimse durup dururken can sıkıntısından bildiri yayınlamaz. Üstelik bu bildirinin birçok kişi tarafından da hoş karşılanmayacağını veya tepkilere yol açacağını bildiğiniz halde böyle bir bildiri yayınlıyorsanız bunun mutlaka çok önemli bir gerekçesi olması lazım” dedi. Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bugün Türkiye'de maalesef en fazla eksikliği hissedilen ve en çok ‘Niye böyle değil’ dediğimiz konulardan birisi maalesef hukuktur ve adalettir.
Ekonomik zorluklardan dolayı zaten şu anda insanlar burnundan soluyor ve çok kötü durumda. Herkes ekonominin kötü olduğunu biliyor. Dar gelirli insanlar, sabit gelirli insanlar veya işsizlerin çok büyük sıkıntı içerisinde olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte bir de adalet, hukuk, demokrasi açlığı olunca iş çok farklı bir yere doğru gidiyor.
Bizim maalesef İslam toplumlarının temel birkaç özelliği var. Bu petrol zengini olan Körfez’deki, sonradan görme ülkelerin dışındaki İslam alemi maalesef aç ve sefildir. Cehalet diz boyudur. Bu ülkelerin büyük bir çoğunluğunda ülkeleri diktatörler idare ediyor ve genel hayata ahlaksızlık hakimdir.
Tabii genellikle ahlak denince bizde akla kadın-erkek münasebeti geldiği için diğer taraftaki ahlakı çok fazla konuşmuyoruz. Halbuki ben diyorum ki bir memlekette hukuk devleti, demokrasi, insan hakları, düşünce ve düşünceyi ifade etme özgürlüğü, basın hürriyeti, ötekine saygı yoksa, mülkiyet hakkına saygı yoksa, yalan hayatın geneline hakimse, doğruluk istisnaysa, suiistimal, yolsuzluk bütün hayatı kaplamışsa, rüşvet alıp vermek, nefes alıp vermek kadar kolaysa orada ahlak var mıdır?
Bizim arkadaşlara ‘Memlekette hukuk yok’ dediğiniz zaman diyorlar ki ‘Yaptığımız havaalanlarını görmüyor musunuz?’; ‘Demokrasi diye bir şey yok’ diyorsunuz ‘Şehir hastanelerini görmüyor musunuz?’; ‘İnsan hakları yok…’ ‘Marmaray’ı görmüyor musunuz?’ diyorlar. ‘Düşünce özgürlüğü diye bir şey kalmadı…’, ‘Efendim Avrasya Tüneli'ni görmüyor musunuz, duble yolları görmüyor musunuz, yapılan okulları, açılan üniversiteleri görmüyor musunuz?’ diyorlar.
Bunlar iyi şeyler mi? Yiğidi öldür, hakkını yeme. AK Parti yol altyapısında, havaalanlarında, hava yolunda, karayolunda, demiryolunda birçok şey yapmıştır. Ancak ben hep arkadaşlarıma şunu söylüyorum; ‘Dünyanın en büyük barajlarını, en büyük otoyollarını, en iyi duble yollarını Çin yapıyor. Çin, 5 ayda Roma büyüklüğünde şehir inşa ediyor. Ama Çin'de ne insan hakkı var ne demokrasi var. Orada insanlar sadece sayı ifade ediyor. Peki şimdi diyorum ki, varsayın ki ekonomi güllük gülistanlık ama hukuk, adalet, demokrasi yoksa, düşünce özgürlüğü yoksa, çeşitliliğe, çoğulculuğa saygı yoksa orada yaşanır mı? Siz insanları tuvaletle mutfak arasında bir boru falan mı zannediyorsunuz? Bunlar olmadığı zaman insanlık olmaz, huzur olmaz.”
“EĞER CUMHURİYETİNİZ DEMOKRATİK CUMHURİYET DEĞİLSE BEŞ PARA ETMEZ O CUMHURİYET”
Çelik, bakanlık yaptığı dönemde yargının kendisine yönelik tavrının çok kötü olduğunu ifade ederek, “Ben bakanlıktan ayrıldıktan sonra neredeyse yüz küsur dava devam ediyordu. O yargı bize çok kötü şeyler yaptı. Fakat bu sefer devran dönünce biz öyle bir yargı oluşturmalıydık ki Müslüman da Hristiyan da Yahudi de Ermeni de dindar da ateist de ‘İşte adalet, yargı dediğimiz budur’ diyebilseydi. Tayyip Bey'e Vural Savaşların, Sabih Kanadoğlularının AK Parti'ye yaptığını bugün eğer sıralarsanız çok uzun bir liste çıkar. Tamam bunlar yanlıştı ama iki yanlıştan bir doğru çıkmaz. Bizim hassaten ısrarla adalet vurgusu yapmamızın sebebi budur. Eğer cumhuriyetiniz demokratik cumhuriyet değilse beş para etmez o cumhuriyet. Demokratik olmadıktan sonra cumhuriyet olmuş, monarşi olmuş o da fark etmez. Mesela İngiltere, Hollanda, Belçika, İsveç, Norveç, Danimarka, İspanya monarşidir. Şimdi buralarda mı insan hakları, hukuk devleti, adalet, demokrasi var yoksa Kuzey Kore'de, Venezuela'da, Küba'da, Çin'de, Rusya'da, Türkiye'de, Suriye'de, Irak'ta, İran'da mı var? Dolayısıyla kendinize, kağıt üzerinde, Anayasa’da Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir demeniz yetmiyor.”
Hüseyin Çelik, İstanbul’da belediyelere yönelik soruşturma kapsamında gözaltındaki belediye başkanları ve bürokratların kamuoyuna yansıyan görüntülerine ilişkin soruya şu yanıtı verdi:
“Kimse layüsel, yani hesap sorulamaz değildir. Demokratik bir hukuk devletinde herkes yaptığı yanlışın bedelini öder. Herkesin yargı önünde hesap vermesi lazım. Biz burada şahıslardan söz etmiyoruz. Bakın ben CHP'li değilim, CHP'li olmak benim genetik kodlarıma da aykırı. 1978'de Adalet Partisi Gençlik Kolları Başkanı olarak siyasete başladım, 47 yıldır benim çizgim bellidir. Demokratik sağ diyebilirsiniz. AK Parti'yi kurarken de aslında biz bu ilkelerle kurduk.
Dolayısıyla ister AK Partili, ister CHP'li, ister MHP'li, kim olursa olsun eğer gerçekten somut delile dayalı bir suç varsa yargının onun üstüne gitmesi lazım. Bu yapılırken de insanların şeref ve haysiyetini daha sanıkken yerle bir edecek tutum ve davranışlardan kaçınılması gerekiyor. Yani itibar suikastı yapılmaması gerekiyor. Bir belediye başkanı veya üst düzey bir genel müdür, bir yönetici böyle teşhir edilmeyi hak etmiyor, herhangi sıradan bir vatandaş da hak etmiyor. Çoluk çocuğunun itibarının zedelenmemesi, aile şerefine leke sürülmemesi gerekiyor.
Delil toplayacaksanız toplayın, soruşturacaksanız soruşturun. Ama işin şekli bugün tartışma konusudur. Bu, sadece benim tartıştığım bir şey değil, ben hukukçu değilim. O bildiriye imza atanlardan birisi Anayasa Mahkemesi Başkanı. Sayın Ertuğrul Yalçınbayır ve Sayın Ertuğrul Günay, bunlar Türkiye'de rüştünü ispatlamış hukukçulardır ve diğerleri. Bir problem varsa hepimizin bunu dile getirmemiz lazım. Bu yanlışın düzeltilmesi için yetkilileri uyarmamız lazım. Bizim amacımız bu bildiriyi yayınlarken bağcı dövmek değil, üzüm yemektir.”
“MECLİS KURULDUĞU GÜNDEN BU YANA HİÇBİR ZAMAN BU KADAR ETKİSİ VE YETKİSİZ OLMAMIŞTI”
“Son dönemde yaşananlar nedeniyle bir otoriterleşme veya diktatörlüğe doğru bir gidiş olduğunu düşünüyor musunuz” sorusuna Çelik, şu yanıtı verdi:
“Bu isimlendirmeler, yaftalamalar doğru değil. Şu anda TBMM'nin konumu ve fonksiyonu ile Putin'in Duma’sının bir farkı yok. Meclis kurulduğu günden bu yana hiçbir zaman bu kadar etkisiz ve yetkisiz olmamıştı. Bir memlekette güçler ayrılığının esas olması lazım. Yürütme devletin gücünü temsil eder. Devletin gücü sınırlandırılmadığı zaman, sınırlandırılmamış güç ezer geçer. Devlete karşı vatandaşı anayasa korur. Bu Anayasa’nın harfiyen uygulanması lazım. Bugün Anayasa da uygulanmıyor maalesef. Biz o bildiride ‘Demokrasi, hukuk olmazsa üretim, kalkınma olmaz, özgürlük olmazsa şu olmaz, bu olmaz' diyoruz. Bunların hepsi birbirine bağlı şeyler.”
“GEZİ OLAYLARIYLA BİZ ÖZGÜRLÜKLERİ GÜVENLİK KAYGILARINA FEDA ETMEYE BAŞLADIK”
2002'ye kadar geçen 80 yılda Türkiye'ye gelen yabancı sermayenin 14,5 milyar dolar, 2002 ile 2012 arasında ise 119 milyar dolar olduğunu anlatan Hüseyin Çelik, “Sebep şu; o zaman biz ‘hukuk devleti’ dedik, ‘demokrasi, insan hakları’ dedik. O günlerde bunları dillendirdik ve gereğini de yaptık. Bizim dünyadaki itibarımız ve içerdeki demokratik işleyişimiz Gezi olaylarıyla birlikte bozuldu. Çünkü Gezi olaylarıyla birlikte biz özgürlükleri güvenlik kaygılarına feda etmeye başladık. Eğer özgürlükle güvenlik dengesi kuramazsanız siz insanlarınızı mutsuz ve o ülkeyi açık cezaevi haline getirirsiniz.” dedi.
Muhalefet ile iktidarın birbirinin rakibi olduğunu ifade eden Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ama bugün birbirinin düşmanıymış gibi bir ortam var. Barış içinde yarış olmazsa onun adı demokratik rekabet falan filan değil, başka bir şeydir. Sadece siyasi alan değil, mesela futbol müsabakaları da ne yazık ki böyle. Ben mesela son olarak Van-Elazığ maçını seyrettim, futbolcunun kafası kırılıyor, hakemin kafası kırılıyor, saha yabancı cisimlerle doluyor. Üstelik bu Süper Lig falan da değil. Ama tepede kavga olunca, tepede rekabet husumet zemininde yapılınca, siz sokaktaki vatandaşa, ‘demokratik olun, nezaketli olun, birbirinize tahammül etmeyi öğrenin, kim başarılıysa o kazansın’ dediğiniz zaman karşılık bulur mu?
Ben bunu 70'li yıllarda yaşadım. Mesela rahmetli Demirel, Ecevit’e ‘Hükümetin başı’ diyordu. Bugünü görünce diyorum ki ‘Bugünler o günlerden de beter.’ Demirel'le Ecevit'in birbirinin elini sıkması bile haber konusu oluyordu. Sayın Demirel'e soruyorlar, ‘Havaalanında karşılaşmışsınız, Sayın Ecevit'in elini sıkmışsınız.’ O da diyor ki ‘Ya ne yapacaktım, boğazını mı sıkacaktım?’ Böyle bir ortam vardı o günlerde. Sokaklar da kan gölüydü. Siyasetin tepesinde kavga vardı, sendikaların tepesinde kavga vardı, öğretmenler birbirine girmişti. O durum, bizi 12 Eylül darbesi ortamına götürdü.
Bugünkü sistem Türkiye'yi ileriye götürebilecek bir sistem değil. Bu Türk tipi başkanlık sistemi veya Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye'ye yaramamıştır. Bütün yetkilerin bir elde toplandığı bir yapı demokratik bir yapı değildir ve Türkiye'nin mutlaka arızaları giderilmiş parlamenter sisteme dönmesi gerekiyor. Bunu iktidarı ile muhalefeti ile oturup nezaket ölçüleri içerisinde konuşmaları gerekiyor. Şimdi yeni anayasa yapmaktan söz ediyoruz değil mi? Tamam, elbette yapalım. ‘12 Eylül Anayasası, darbe anayasası’ diyoruz ya, inanın o darbe anayasasından eser kalmadı şu anda. Yani 170-180 maddenin neredeyse 150'si değiştirilmiş durumda şu anda. Mademki yeni bir anayasa yapmaktan söz ediyoruz, bugün yaşadığımız bu sıkıntıların ve arızaların hepsinin giderildiği yeni bir anayasa yapılabilir. Ama şimdi siz insanlara derseniz ki, ‘Yeni anayasa yapalım, bu bize daha fazla güç ve yetki versin’ insanlar da der ki ‘Yetki ve güç iyidir ama kontrol edilmesi gerekiyor.’
Tayyip Bey de neticede bir fanidir. Biz şahısları konuşuyoruz, ilkeleri konuşmuyoruz, sistemi konuşmuyoruz. Bizde anayasalar devleti millete karşı korumak için hazırlanıyor. Halbuki demokratik bir anayasa halkı devlete karşı korur. Bakın vatandaş iki kelime istiyor, güven ve ümit. Gerçekten vatandaşın ümidi yok ülkesi adına. Çocuklarımız kaçıp kaçıp yurt dışlarına gidiyorlar. Kimse kimseye güvenmiyor. Güven ortamının tesis edilmesi lazım. Ve bu güven ortamının tesis edilmesinde de en büyük sorumluluk Sayın Cumhurbaşkanı'na düşüyor. Partili Cumhurbaşkanı bu yönüyle çok vahim bir şeydir.”
“İMAMOĞLU’NUN YÜZLERCE POLİSLE EVİNİN BASILARAK İÇERİ ATILMASINI KESİNLİKLE DOĞRU BULMUYORUM”
“Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının Erdoğan’ın onu siyasi rakip olarak gördüğü için olduğuna yönelik görüşlere katılıp katılmadığı” sorusu üzerine Hüseyin Çelik, şunları kaydetti:
“Sizin ne dediğiniz önemli değil, karşı tarafın ne anladığı önemlidir. Bugün kamuoyu bunu böyle algılıyor. Bu böyle algılanıyorsa suç kamuoyunun değil, bu algıya sebep olanlarındır. Ekrem İmamoğlu’nun dosyasını incelemiş değilim. Ben hakim, savcı değilim. Yargılama şeklini doğru bulmuyorum. Sabahın köründe yüzlerce polisle evinin basılarak içeri atılmasını kesinlikle doğru bulmuyorum. Usul bazen esastan önce gelir. Bir kere usul yanlıştır, ben onun detayına bakmıyorum. O açıdan, ben dahil bugün kamuoyunun algısı şudur: Eğer Ekrem İmamoğlu uslu uslu belediye başkanlığı yapsaydı, Cumhurbaşkanlığı adaylığına talip olmasaydı belki ne diploma meselesi gündeme gelirdi, ne de bu olup bitenler olurdu.”
İMAMOĞLU’NUN DİPLOMASINA İPTAL KARARI: ‘BU KARAR YÜZ KARASIDIR’
İmamoğlu’nun diplomasının iptaliyle ilgili de Hüseyin Çelik, şu değerlendirmede bulundu:
“Bu diploma meselesi çok daha vahimdir. Üniversite kelimesinin manası ‘evrensel değerlerin evrensel bir bakış açısıyla ele alındığı kurum’ demektir. Bir ülkede üniversite bu hale gelmişse, esef ederim. Ben İstanbul Üniversitesi'nin eski öğretim üyesiyim, İstanbul Üniversitesi'nin mezunuyum. İşletme Fakültesi Dekanı bana göre haysiyetli bir duruş sergilemiştir. Oradan sonuç alınamayınca diplomayla ilgili üniversite yönetim kurulu devreye sokulmuştur ve yönetim kurulu böyle bir karar almıştır. Yüz karasıdır bu karar, böyle bir şey olamaz.
Ekrem İmamoğlu'nun yaptığı müracaatta eğer bir yanlış varsa bu, üniversite yönetiminin yanlışıdır. Şartları uymayan bir adamı kaydetmek kimin suçudur? Kayıt yapanın suçudur, değil mi? Onun için hangi tarafından bakarsanız bakın Türkiye'nin gündeminden bu meselenin bir an önce kalkması lazım, aklın devreye girmesi lazım.”
“ÜLKEM ADINA KAYGILIYIM”
Ülkedeki kutuplaşmanın, gerginliğin sona ermesi gerektiğini vurgulayan Hüseyin Çelik, şunları kaydetti:
“Toplumdaki bu kutuplaşmayı, bu gerginliği, Türkiye'ye zarar veren bu tansiyonu düşürmek için bazı akil insanların devreye girmesi lazım. Hem Sayın Cumhurbaşkanı'yla görüşmesi lazım hem Özgür Özel'le görüşmesi lazım. Kim olabilir bu isimler? Benim ilk aklıma gelen mesela Sayın Abdullah Gül olabilir. Mesela Sayın Bülent Arınç, Hikmet Çetin, Haşim Kılıç, Ertuğrul Günay gibi toplumda saygınlığı olan, yaşını başını almış, çeşitli görevlerde bulunmuş, sorumluluklar almış insanlar olabilir. Mesela sanatçı kişiliğiyle Zülfü Livaneli gibi insanlar olabilir. Bence, bunlardan oluşan bir heyetin tüm taraflarla görüşerek, bu toplumdaki tansiyonu düşürecek bazı adımlar atması gerekiyor. Ben ülkem adına kaygılıyım. 66 yaşındayım. Bu saatten sonra kimseden bir beklentim de yoktur, kimseye eyvallahım da yoktur.
Bazıları şöyle düşünüyor, ‘Efendim, Hüseyin Çelik ve benzerleri bakanken, partide üst düzey yöneticisiyken seslerini çıkarmadılar.’ Bakanken Bakanlar Kurulu’nda, MKYK, MYK üyesiyken de oralarda, ilgili kurullarda inandığım doğruları bana yakışan dil ve üslupla amirim konumundaki insana saygıda kusur etmeden arz ettiğimi herkes biliyor. Fakat içerideyken bu içeride kalıyor. Peki niye şimdi ben dışarıda konuşuyorum? Dışarıda olduğum için olabilir mi? Öğretmen okulda, imam camide, gazeteci sayfasında, televizyoncu ekranda, herkes neredeyse orada konuşur. Ben de dışarıdayım. Eğer ben ve diğer arkadaşlarım bize yakışan bir dil ve üslupla, evrensel hukuk diliyle uyarıyorsak, bunun çok değerli bulunması lazım.Trollerin falan bize küfür etmesini önemsemiyorum, onlara prim de vermiyorum. Ama etkili ve yetkili konumda olan insanların, ‘Bu kadar insan bu işi böyle görüyor, biz bunu bir gözden geçirelim’ demesi gerekiyor. Ben bunu bekliyorum şahsen. O yayınladığımız bildirinin sebebi de budur.”
“OSMAN KAVALA’YA YAPILANIN DA YANLIŞ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM”
Bildiriye her kesimden isimlerin imza attığına işaret eden Hüseyin Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Oradaki yelpazeye baktığınız zaman sağcı, solcu; bu önemli değil. Ben bugün bu hukuksuzlukların kime yapıldığına bakmıyorum. Ekrem İmamoğlu da olabilir, Ümit Özdağ da olabilir. Ümit Özdağ'ın dünyası, ideolojisiyle uzaktan yakından ilgim yok. O camianın ırkçı fikirlerinden aksine nefret ediyorum. Fakat Ümit Özdağ'ın da içeri atılmasını doğru bulmuyorum, Selahattin Demirtaş'ın bu kadar süre içeride tutulmasını da doğru bulmuyorum, Osman Kavala'ya yapılanın da yanlış olduğunu düşünüyorum.”
“BAHÇELİ’NİN YAPTIĞI AÇIKLAMAYI HAYRETLE KARŞILADIM”
Hüseyin Çelik, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 28’inci yasama yılının açılışında DEM Partililerle tokalaşması ve terör örgütü PKK’nın fesih kararı almasıyla ilgili yaşanan süreç konusunda da şu değerlendirmelerde bulundu:
“Sayın Bahçeli'nin yaptığı açıklamayı, sergilediği bu tavır ve tutumu şaşkınlıkla, hayretle karşıladım. Devlet Bahçeli bizi şaşırmaya devam etsin, hayretimiz yirmi kat daha artsın ama Türkiye böyle bir musibetten kurtulsun. Ben Sayın Bahçeli'nin birçok fikrine karşı çıkmış, onu yerden yere vurmuş, eleştirmiş birisiyim. Ama bu tavrının, takındığı tutumun gerekçesi ne olursa olsun destekliyorum. Bu konuyla ilgili dört tane tavır var. Bir, romantik iyimserler var. ‘Her şey oldu bitti, güllük gülistanlık’ falan. Ben o romantik iyimserlerden değilim. İki, ihtiyatlı iyimserler var. Ben o ihtiyatlı iyimserlerdenim. Yani bu hamur daha çok su götürür. Bu öyle sabahtan akşama hallolacak bir şey değil. Hem PKK canibinden hem de her taraftan gelebilecek arızaların, sabotajların olabileceğini hesaba katmamız lazım. Onun için bu süreci başarısız kılacak dil ve söylemden, tutum ve davranıştan herkesin kaçınması gerekiyor. Çünkü daha öncekilerde bu manada ağzımız yandı. Ben birinci çözüm sürecinin göbeğinde bir insan olarak bunu söylüyorum. Üçüncüsü, ‘Bu memlekette hiçbir şey olmaz’ diye kendini karamsarlığa kaptıranlar var. Ümidinizi kaybettiğiniz zaman her şeyinizi kaybedersiniz. Dördüncüsü de tamamen karşı olanlar. Neredeyse ‘Yahu Apo sen niye bu işten vazgeçmiyorsun? Biraz daha teröre devam et’ diyenler var. Bunu da hayretle karşılıyorum.
Bu habere ilk yorum yapan sen ol.