2025-12-27 23:34:46
Bazı şehirler vardır; depremle yıkılmaz, çatışmayla tükenmez. Onlar yavaş yavaş yorulur. Gürültüyle değil, sessizlikle çöker. Van bugün tam da böyle bir yerde duruyor. Bir krizin ortasında değil; krizlerin sürekliliği içinde yaşıyor. Bu yüzden kimse artık “ne oldu?” diye sormuyor. Herkes sadece “ne zaman bitecek?” diye bekliyor. Ama bitmeyen şeyler, zamanla kader sanılıyor. Van her sabah yeni bir travmayla uyanıyor. Bu travmalar tek başına büyük değil belki, ama her gün üst üste ekleniyor. Sokakta yaşanan bir kavga, bir mahallede duyulan silah sesi, bir evde ödenemeyen kira, bir gençte işsizliğin bıraktığı öfke… Bunlar tekil olaylar değil; birbirini besleyen bir zincirin halkaları. Bugün Van’da insanların diline dolanan ortak bir cümle var: Ben başta olmak üzere,
“Fırsatını bulsam giderim.”
Bu cümle bir nankörlük değil, bir vazgeçiş de değil, bu yorulmuş olmanın dilidir. İnsan, ait olduğu yeri terk etmeyi düşünüyorsa, orada artık sadece yaşamıyor; orada mücadele ediyordur. İlçelerden merkeze doğru süren göç, aslında merkezin cazibesinden değil; taşranın mutsuzluğundan besleniyor. Ama bu göç bir rahatlama yaratmıyor. Merkez büyümüyor, merkez sıkışıyor. Nüfus artıyor ama refah artmıyor, kalabalıklar çoğalıyor, güven azalıyor. Şehir genişlemiyor; gerilim genişliyor, şiddet meselesi tam da burada karşımıza çıkıyor. Sokak kavgaları, bıçaklı ve silahlı çatışmalar artık “olağan haberler” hâline geldi. Oysa bir şehir için en tehlikeli eşik, şiddetin varlığı değil; şiddetin sıradanlaşmasıdır. İnsanlar korkmayı bırakıp kabullenmeye başladığında, şehir kaybetmeye başlar.
Bu sertliğin evlere yansımaması mümkün mü? Kardeş kardeşe tahammül edemezken, evli çiftlerin konfor kavgasıyla birbirine düşmesi şaşırtıcı değil. Çünkü ekonomik baskı yalnızca geçim derdi yaratmaz; karakter aşınması yaratır. İnsanlar iyi olmayı değil, hayatta kalmayı öncelik hâline getirir. Ve hayatta kalma refleksi, çoğu zaman merhameti geriye iter.
Eğitimde yaşanan gerileme, bu tablonun belki de en ağır mirasıdır. Eğitime vurulan her darbe, geleceğe atılan bir zincirdir. Ekonomide 81 il arasında 81. sırada olmak, bir istatistik değildir; bir neslin umut sıralamasıdır. Bu noktaya nasıl gelindiği sorusu artık ertelenemez. Çünkü bu sonuç, tesadüf değil; uzun süreli ihmallerin toplamıdır. Ev ve kira fiyatları meselesi ise Van’da adeta sınıfsal bir uçurum yaratmıştır. Gençler ev kuramıyor, aileler nefes alamıyor. Denetim var deniyor ama denetim, küçük esnafın üstünde bir gölge gibi dolaşırken; büyük sorunlar görünmez kılınıyor. Göz boyayan uygulamalar, adaletsizliği gizlemez; aksine derinleştirir. Bu şehirde adalet duygusu zedelenmiştir ve bu, ekonomik kayıptan daha ağırdır.
Bir dönem umut olarak sunulan tekstil fabrikalarının kapanması, sadece iş kapılarının kapanması değildir. O kapılarla birlikte sabah erken kalkma umudu, düzenli bir hayat ihtimali ve “ben de bir işe yarıyorum” duygusu da kapanmıştır. İşsizlik artık bireysel bir sorun değil; toplumsal bir ruh hâlidir. Ve bu ruh hâli öfkeyi, umutsuzluğu ve kopuşu besler. İlçelerden merkeze akan göç durdurulamıyor. Ama bu göç, bir umut yolculuğu değil; bir kaçış hâli. Merkez büyümüyor, merkez sıkışıyor. Sokaklar genişlemiyor, sinirler daralıyor. Her gün yeni bir sokak kavgası, her gün bıçaklı ya da silahlı bir çatışma haberi… Şiddet artık istisna değil, gündelik hayatın bir parçası gibi sunuluyor. Asıl tehlike de burada başlıyor: Normalleşen kötülükte.
Van’da çekilen toplu fotoğraflara bir dikkatle bakın. Kalabalıklar var ama yüzlerde sevinç yok. Gülümsemeler var ama gözler gülmüyor. O karelerdeki insanlar birbirine yakın duruyor ama aslında birbirlerine uzaklar, omuz omuza verilmiş gibi görünen bedenlerin arasında görünmez bir mesafe var. Çünkü o fotoğraflarda asıl hissedilen şey coşku değil, birliktelik değil, liderlik kavgası, ama ne olduğu bilinmeyen bir şey. Yüzlerdeki çizgiler yaştan değil, kaygıdan. Alınlarda birikmiş sorular var: Kimse yüksek sesle söylemiyor ama herkes aynı duyguyu taşıyor: Güvende değilim. Bu yüzden pozlar donuk, bakışlar sert. Çünkü insanlar artık kendilerini değil, endişelerini saklamaya çalışıyor. İnsanların durumlarını troller aracılığı ile sorgulama devri başladı, insanlar arasına çelişkiler bırakıp kenti yalnızlaştırıyorlar.
Tüm bunların üzerine bir de STK seçimlerinin yarattığı gerginlik ekleniyor. Toplumu sakinleştirmesi, birleştirmesi gereken yapılar bile ayrışmanın parçası hâline gelmişse; orada sivil toplum değil, sivil yorgunluk vardır. Mücadele alanları, kişisel hesaplaşma zeminine dönüştüğünde, toplum nefes alamaz. Van bugün yalnızca ekonomik ya da güvenlik sorunu yaşamıyor. Van, anlam kaybı yaşıyor. Kendisine verilen rolü tehdit olarak ortalıkta aklayanlaradır sözüm, çirkin egolu yüzlerinizle, artık bu toplumun yakasından düşün gidin evinizdeki yarım yamalak kırık koltuklarınız ve beyin travmanızla uğraşın.
Bir şehir ne zaman çöker biliyor musunuz? Binalar yıkıldığında değil… İnsanlar kalmayı bir erdem, gitmeyi bir kurtuluş gibi görmeye başladığında, Van’ın ihtiyacı daha fazla hamasi söylem değil. Daha fazla suskunluk hiç değil. Van’ın ihtiyacı; cesur bir yüzleşme, adil bir düzen ve bu şehri gerçekten seven insanların konuşmayı göze almasıdır. Öyle gidip ulu orta ahkâm kesmek değildir, Servetine servet katanların, hiçbir şeyi yok iken kat üstüne kat yapanların hiç değildir. Bunların elbet bir gün halk gözlemlenmesinde deşifresi olacaktır. Buna inancım ve bildiğim nettir.
Hâlâ geç değil. Bu kentte yaşanan onca olumsuzluğa rağmen, gerçeği görebilen, olan biteni ayırt edebilen, liyakati ve vicdanı omuzlarında taşıyan bir kitle var. Sessiz bırakılmış, yorulmuş ama henüz tükenmemiş bir bilinç… İşte son fırsat tam da burada duruyor. Şehirler terk edilerek değil, sahip çıkılarak iyileşir. Bir kenti ayakta tutan şey nüfusu değil; hafızasıdır, adalet duygusudur, birbirine karşı duyulan sorumluluktur. Van bugün tam da bu eşiğin üzerindedir. Gitmek ile kalıp yüzleşmek arasındaki o ince çizgide… Sessizlik uzadıkça, adaletsizlik kök salar. Görmezden gelinen her sorun, yarının daha büyük yarası olur. Ve artık zaman, Van’ın lehine işlemiyor. Bu kentin ihtiyacı daha yüksek sesli sloganlar değil, ezberlenmiş cümleler, tekrarlanan vaatler, geçici öfkeler hiç değil.
Van’ın ihtiyacı samimi bir yüzleşme. Kendisiyle, geçmişiyle ve bugünüyle… Cesur bir adalet duygusu; kimden gelirse gelsin yanlışa “yanlış” diyebilecek bir vicdan. Ve belki de en çok, bu şehri gerçekten seven insanların susmamaya karar vermesine ihtiyaç var. Konforu bozmadan değil, bedelini bilerek konuşmaya… Çünkü bazı şehirler, yalnızca yöneticiler tarafından değil; susanları tarafından da kaybedilir. Van hâlâ nefes alıyor. Ama bu nefes, artık bir uyarı gibi. Ya sahip çıkılacak, ya da sessizce yitirilecek.
Çünkü bazı şehirler bağırarak değil, sessizce kan kaybeder…